HAYATIN SEREMONİSİNE BİR NİLÜFER VERDİM
Kalemimden anlamlı dumanlar süzülüyor. Bayat ekmeğe benzeyen bu hayatın pek bir güzelliği olmayabilir. Bu furya seni içini çekmiş bir hiçlikten alıp başka bir hiçliğe sürüklercesine, cebinde kuruş olmadığı zamanlarda kutudaki bayat ekmeğe muhtaçlığa ve mecburluğa hüznünü yontmuşcasına, acımasızca yaklaşabilir sana. Bir Eylül akşamı ve kalemim tik tak eden saat misali iken, esen havada içine üşüme hissi veren bu gece, insanı geleceğe sürüklediği gibi bir maziyi de yeniden başa sarabilir. Bu "Eylül"lerden her şey beklenir. Kenar bir mahallede, böyle gecelerde, fazla ümit kalmadan ölümü bekleyerek yaşamak insana ne getirir?
Suya hasret kalan çölün ortasındaki bir insan mı, yoksa tüm ümidini yitirip karanlığın ne getireceği belli olmayan sonsuz bir hiçliğinde savrulan mı daha çaresizdir? Gerçekler ne kadar gerçek, acılar ne kadar acı? Hepsi dudağından kalbine dayanan tümsekli yolda ve su sızıntılarıyla kaplı borularda saklı. Halbuki hepsi inandığın kadar gerçek, ummadığın kadar acı, karşılaşmaktan korktuğun kadar da acımasız. Belki de değildir, bilemiyorum? Belli ki büyütüyoruz gözümüzde, ama kanma güzelim bu hayat hepimizden hızlı. Ben buna hayatın seremonisi diyorum. Yazılarım ise tüm suçların ortak çağrısı. Salgın bir hastalık gibi gördüğüm sevgisizlik ve samimiyetsizlik günümüzün en bulaşıcı illeti. Ne yazılarımız, ne dostluklarımız, ne sevdalarımız, ne de kavgalarımız.. Zaman akıyor, seremoni istediğini istediği gibi eyliyor. İnsanlığımız ölüyor ve bizimse olan bitene gözlerimiz kapalı. Bir yarış var, koşuyoruz. Bu yarışta bitirmekten ziyade sabote edip sahteleşmek asıl mesele. Üstümüze geçirilen üniformanın elçiliğini yapıyoruz. Benliğimiz kaybolmuş, sahiciliğimiz çocuk dolu o yıkılan parklarda mahvolmuş, tükenmiş. Hayaller iki paralık olmuş. Sen uğraşıp didinirken birileri kılını kıpırdatmadan yolunu keser olmuş. Tek gerçeğim var seremoni; kelimelerin seremonisi, yazılarımın seremonisizliği.. Ve bu da seremonide kaybolmuş olan hissizliğim, bolca olan sevgisizliğim. Yıkık ve bitik, sonrası yok.
T.A.E / 2017
Suya hasret kalan çölün ortasındaki bir insan mı, yoksa tüm ümidini yitirip karanlığın ne getireceği belli olmayan sonsuz bir hiçliğinde savrulan mı daha çaresizdir? Gerçekler ne kadar gerçek, acılar ne kadar acı? Hepsi dudağından kalbine dayanan tümsekli yolda ve su sızıntılarıyla kaplı borularda saklı. Halbuki hepsi inandığın kadar gerçek, ummadığın kadar acı, karşılaşmaktan korktuğun kadar da acımasız. Belki de değildir, bilemiyorum? Belli ki büyütüyoruz gözümüzde, ama kanma güzelim bu hayat hepimizden hızlı. Ben buna hayatın seremonisi diyorum. Yazılarım ise tüm suçların ortak çağrısı. Salgın bir hastalık gibi gördüğüm sevgisizlik ve samimiyetsizlik günümüzün en bulaşıcı illeti. Ne yazılarımız, ne dostluklarımız, ne sevdalarımız, ne de kavgalarımız.. Zaman akıyor, seremoni istediğini istediği gibi eyliyor. İnsanlığımız ölüyor ve bizimse olan bitene gözlerimiz kapalı. Bir yarış var, koşuyoruz. Bu yarışta bitirmekten ziyade sabote edip sahteleşmek asıl mesele. Üstümüze geçirilen üniformanın elçiliğini yapıyoruz. Benliğimiz kaybolmuş, sahiciliğimiz çocuk dolu o yıkılan parklarda mahvolmuş, tükenmiş. Hayaller iki paralık olmuş. Sen uğraşıp didinirken birileri kılını kıpırdatmadan yolunu keser olmuş. Tek gerçeğim var seremoni; kelimelerin seremonisi, yazılarımın seremonisizliği.. Ve bu da seremonide kaybolmuş olan hissizliğim, bolca olan sevgisizliğim. Yıkık ve bitik, sonrası yok.
T.A.E / 2017
Yorumlar
Yorum Gönder